20 Eylül 2019 Cuma

15 Eylül 2019 Aluç Dağı Milli Parkı – Soğuksu Milli Parkı Doğa Yürüyüşü


İşlerimin yoğunluğu sebebiyle Haziranın başından beri doğa yürüyüşüne gidemiyordum. Daha sonrasında tatil yapalım derken arayı biraz açtık. Sonbaharın başlangıcıyla birlikte bir yürüyüş yapmanın iyi olacağını düşündüm. Bu sırada Hüseyin liderin davetini görünce yürüyüşe katılmaya karar verdim.

Saat 8:00 civarında Göksu parkından son yolcularımızı da alarak yola çıktık. Toplamda 16 kişiydik. Hüseyin lider mütevazi tavrıyla yürüyüş hakkında genel bilgileri verdikten sonra yürüyüş yapacağımız bölgede boz ayıların olabileceğini ve dikkatli olmamız gerektiğini söyledi. Boz ayılar hakkında ayrıntılı bilgi vermeye başladı. Yararlı olacağını düşündüğüm bu bilgileri sizlerle paylaşmak istedim:

- 100 m uzakta gördüyseniz arkanızı dönmeden ve göz teması kurmadan geri geri oradan uzaklaşın.
- Sakın koşmaya çalışmayın çünkü ayılar saatte 50 km hıza ulaşabilir.
- Sakın ağaca tırmanmayın güçlü pençeleri ile sizden daha iyi tırmanırlar.
- Dereye veya göle girmeye çalışmayın sizden daha iyi yüzerler.
Bunları yazdıktan sonra ee ne yapalım dediğinizi duyar gibiyim. Yapılacak bir kaç şey var:
- Batonunuzu havaya kaldırarak olduğunuzdan daha büyük görünmeye çalışın.
- Ayının daha önce duymadığı farklı sesler çıkarın, düdük çalma gibi.
- Batonunuzu ağaca vurarak ses yapın.
- Bütün bunlara rağmen ayı yanınıza geldiğinde (kalp krizinden ölmediyseniz 😊) ellerinizle enseden tutarak yüzünüzü koruyarak yüzüstü yere yatın ve hareketsiz kalın
- Son olarak daha önce Hüseyin liderin bir arkadaşının uyguladığı soyunma taktiğini deneyebilirsiniz. Çünkü ayıların utanma duygusu varmış ve oradan uzaklaşıyorlarmış. Karar sizin.
Kızılcahamam girişinde Mevlana lokantasında durarak çorba ve çaylarımızı içtik. Çorba menüsünde kemik suyu, mercimek ve işkembe vardı.

Moladan sonra Çamlıdere istikametine yolumuza devam ettik. Bardakçılar köyünde saat 9:30 gibi araçtan inerek hazırlığımızı yaptık.

Hüseyin lider ekibi üçerli gruplara ayırarak her gruba da bir adet telsiz verdi ve grupların birbirlerinden kopmamalarını tembihledi.
Hüseyin liderin yaptırdığı ısınma hareketlerinden sonra orman yolundan yürüyüşümüze başladık.

Hava sıcak olduğu için yanımıza 2-3 lt’ye yakın su almıştık. Çam ağaçları ile kaplı, yanında böğürtlenlerin olduğu bir yol hepimize keyif veriyordu. Ama yarım saat olmadan keyfimizin kaçması uzun sürmedi.

Biz ikinci gruptuk ve arkamızdan gelen giden yoktu. Diğer arkadaşlar farklı bir yöne gitmişlerdi. Telsiz teması kurarak nerede olduklarını anlamaya çalıştık. Daha sonra Hüseyin lider bizim hareket etmememizi diğer grubu alıp geleceğini söyledi. Araçta kaybolma yaşandığında hareket edilmemesini söylemesine rağmen gruplar hareket etmişti. Bu arada o bölgede simitçilere ait olduğu söylenen bir yapının yakınlarında gruplara ulaşıldı. Hüseyin lider çok kızmıştı ama belli etmeyerek grupları tekrar birleştirerek yola koyulmalarını sağladı. Bu durum bize yürüyüşün yaklaşık olarak 40-45 dakika uzamasına sebep oldu.
Önümüzde oynak taşların olduğu dik bir çıkış bizi bekliyordu.

Yürüyüşün başları olduğu için zorlansak da rahat bir şekilde tırmandık. Bu tırmanışın ardından iki kadın yürüyüşçümüzden biri olan Berna hanımın (diğeri Songül Hanım) sanırım tansiyonu düştü. Bunun üzerine ufak bir mola vererek onu rahatlattık ardından çantasını alarak rahat yürümesini sağladık.

Bu arada bu çıkış sırasında üst üste yığılmış bir kaya parçası dikkatimi çekti, incelediğimde içinde eski dönemlerde yapılmış bir tuğla parçası buldum ve bir deliği kapatmak için konulmuştu. Sopamı içine soktuğumda aşağı doğru gidiyordu. Tahminimce bir mezar veya bir şeyler saklanan bir yerdi.

Biraz ilerledikten sonra orman içinde ağzı açık bir kuyu gördüm, hayvan veya insan içine düşebilir diye üzerini ağaç dalları ile kapattım.
Çok güzel manzaralar eşliğinde Avdandere köyüne doğru yol aldık.






Köye yaklaştıkça hoparlörden yayılan metalik bir ses duyuluyordu.  Köyün girişinde inekler bize bunların burada ne işi var der gibi baktı.

Neyse köyün içine girince metalik sesin “Pazar vaazı” veren imamın sesi olduğunu anladık, belkide merkezi yayındı bilmiyorum. Muharrem ayından bahsediyordu.




Köyün merkezinde bir çeşme vardı ve biz çok susamıştık, sularımızı doldurup biraz serinledik. Köy çeşmesinde abdest alan amcaya çoraplarını giymesinde yardım eden Taner arkadaşımız ise bir alkışı hak ediyordu.


Köyün çevresi muhteşem pembe renkli papaz külahı bitkisiyle doluydu. Adı geçmişken "papaz külahı" diğer adı "iğcik ağacı" hakkında biraz bilgi verelim. Latince ismi "Euonymus Europaeus"'dir. Zehirli olmasından dolayı halk tarafından herhangi bir dahili kullanım alanı bulunmamaktadır.Harici olarak tek kullanım şekli; bitkinin zeytin yağında bekletilerek sedef hastalığına karşı zeytin yağının problemli bölgeye sürülmesidir. İçindeki maddeler cilt hastalıklarına karşı kullanılmaktadır. Fakat kesinlikle bitkiyi kendiniz direkt olarak kullanmayınız. Meyvesinin yenmesi ölümcül sonuçlar doğurmaktadır.


Bu arada ben bitkiyi görünce çevremdekilere adını bilen var mı diye sordum “çitlembik” dediler, bunun üzerine şunun bir tadına bakayım dedim ve biraz yedim. Tadını beğenmeyip hemen tükürdüm. Siz siz olun yürüyüşte emin olmadığınız hiç bir şeyin tadına bakmayın.

Köyden çıktıktan sonra ise bizi pamuk şekere benzeyen görüntüsüyle Latince adı “Epilobium Angustifolium” , Türkçe ismi  “Yakı Otu” olan bir bitki karşıladı. Bu otun faydaları ise saymakla bitmiyor: Genç sürgünleri yenilebilir. C ve pro-A vitamini bakımından zengindir. Geleneksel Rus çayı bu bitkinin yapraklarından yapılmaktadır. İltihapla savaşıcı, spazm çözücü, sıkıştırıcı, yatıştırıcı, deriyi yumuşatıcı, laksatif ve toniktir. İshal tedavisinde, mukus kolit ve irritabl bağırsak sendromunda kullanılır. Almanya ve Avusturya’da prostat sorunlarını tedavi etmek için kullanılmaktadır. Yapraklardan yapılmış bir merhem çocuklarda cilt problemlerini yatıştırmak için kullanılmıştır. Yapraklardan ve köklerden yapılan bir çay, dizanteri ve karın krampları için geleneksel olarak kullanılır. Soyulmuş köklerden yapılmış lapa; haşere ısırıkları, yanıklara, ciltte yaralar, şişme ve haşlanmalara uygulanır. Haşlanarak tüketilirse sağlıklı bir sebzedir, A ve C vitaminleri için iyi bir kaynaktır.

Bu bitkiyi biraz geçmiştik ki üzüme benzeyen şekliyle bir bitki dikkatimi çekti. Bu bitkinin Latince adı “Viburnum lantana”. Bölgeden bölgeye ismi değişmekle birlikte “Germeşe”, “Tüylü Kartopu” veya “Dağ Elması” olarak isimlendirilmektedir. Güzel çiçekleri ve meyvelerinden dolayı süs bitkisi olarak yetiştirilmektedir. Çok miktarda yendiğinde kusma ve ishale sebep olabilir.

Yolculuğumuz muhteşem manzaralı bir vadi içinde devam etti. Çevremizde bağ bahçe yoktu ama bir dere yatağının içinde asma olması çok ilginçti.

Vadinin çevresinde heykel görünümlü kayalar ise Kapadokya'yı andırıyordu.

İnişli çıkışlı yollardan sonra 20 dakika yemek molası verdik. Hızla yemeklerimizi yiyerek tekrar yola koyulduk.

Yemekten sonra tatlı niyetine yol kenarından böğürtlen toplayarak yiyorduk.

Saat 15 gibi yine bir çıkış yaparken Fahri Abi ve benim iç bacak kaslarımıza kramp girmeye başladı.

Yeni aldığım ayakkabıyı böyle zorlu bir yürüyüşte denemek pek akıllıca bir iş değildi. Ayaklarımın altının su topladığını hissediyordum (eve dönünce baktım üst üste su toplamış) bir de kramp girince yolculuk benim için iyice zorlaşmaya başladı. Tepemizde akbabaların dönmeye başlaması ise çok manidardı. :)

Ayağımıza giren kramplar sebebiyle grubun yürüyüş hızını zorunlu molalarla düşürmeye başlamıştık. Artık eskisi gibi fotoğraf çekemiyor sadece bitiş noktasına odaklanıyordum.

Sağ olsun Fahri Bey’in arkadaşı Şeyhmus Bey esprileri ve yardımseverliği ile bize çok destek oldu. Kramp sebebiyle durduğumuz bir molada Fahri Bey ve benim bacaklarıma masaj yaparak bizi bir nebze de olsa rahatlattı. Bu arada emlakçı Ahmet Bey’de zorlanmaya başlayınca Nizamettin Bey’de ona yardım etmeye başladı.

Küçük bir su birikintisinin yanında ki çamurluk alanda ayıları görmesek de ayak izlerini gördük.

Saat 17 civarında eğimi çok dik olan ve zeminde kayrak taşların bulunduğu bir yerden alttaki orman yoluna doğru inişe başladık.



Bu arada Berna Hanım’a kendine has iniş tekniğiyle (popo üstü) hepimizden önce yola inebildi.

İnsanüstü bir gayretle yola yaklaştık küçük bir grup dik bir yerden yola inmeyi başardı. Fahri Bey ve Şeyhmus Bey’in inişleri güne damgasını vurmuştu. Tozu dumana katarak inişi gerçekleştirdiler.

Benim gibi gözü yemeyen bir kaç kişi daha az eğimli bir yer bulup oradan aşağıya indi.



İnişten sonra hepimiz bitik bir haldeydik. Ahmet Bey ben buradan bir adım daha atamam deyince Hüseyin ve Nizamettin Bey aracı almak için 1-1,5 saatlik bir yol daha yürümeye başladılar. Bizde biraz dinlenme fırsatı bulduk. Saatler 18:30’u gösteriyordu.

Yarım saat sonra hava kararmaya başladı ve birazda üşümeye başladık. Biraz çalı çırpı toplayıp ateş yaktık ve servisin gelmesini bekledik. Ateşin etrafında güzel şarkı söylenir ama herkes o kadar yorgundu ki kimseden ses seda çıkmıyordu. Biraz telefonlardan müzik çalarak ortamın gerginliğini azalttık.

Saat 20:30 gibi araç bulunduğumuz yere geldi. Ateşi söndürmek için suyumuz yoktu, kadınları ateşin etrafından uzaklaştırdıktan sonra ateşin üzerine toprak atıp sıra ile işeyerek ateşi söndürdük.
Çok acıktığımız için dönüşte Mevlana Lokantasında yemek yiyerek Ankara’ya doğru tekrar yola çıktık.
Benim açımdan yürüdüğüm en zor üç yürüyüş içine girebilir. Kramplar olmasaydı belki bu kadar zor olmayabilirdi. Yaklaşık olarak 24 km yol yürüdüğümüz 9 saat süren 10 üzerinden 8-9’u hak eden zorlu bir yürüyüştü.


Son olarak yazımı güzelleştiren video ve fotoğraflar için Kemal ve Özgür arkadaşıma ayrıca teşekkür ederim. Diğer Fotoğraflar için aşağıya devam edin.








2 yorum:

  1. Çok zorlu olsa da harika bir yürüyüş başarmışsınız :) Blogu instagram sayesinde keşfettim.
    https://ferdaulgen.blogspot.com/
    Bana da beklerim :)

    YanıtlaSil
  2. Sağ olun gerçekten zorlu bir yürüyüştü. Takipe aldım.

    YanıtlaSil