ÇİZGİLİ DEFTER
ÖZEL ÖĞRETİM KURUMLARI ÖĞRETMENLERİ VE SORUNLARI
Bugün 24 Kasım
Öğretmenler günü. Neden 24 Kasım? Çünkü 24 Kasım 1928 ‘de Mustafa Kemal ATATÜRK’ün
Baş Öğretmenliği kabul ettiği tarihtir. Aynı zamanda Türk halkının Lâtin
alfabesiyle okuma ve yazmaya başladığı gündür.
Bugün aynı
zamanda öğretmenlerin hatırlandığı, hamasi nutukların atılarak, öğretmenlerin
sorunlarının göz ardı edildiği bir gündür. “Öğretmenler başımızın tacıdır, öğretmenlik
kutsal meslektir.” gibi sözlerin sıkça duyulduğu gündür. Bazı öğrencilerin de
gerçekten kendilerinde iz bırakmış öğretmenlerini arayarak onlara minnetlerini
sundukları bir gündür.
Aydınlık bir
toplum oluşturmak için öğretmenler, öğrencilerinin meşalelerini yakarak, hem
kendi yollarını aydınlatmalarını, hem de toplumun aydınlığa kavuşması için
çalışmaktadırlar. Her ne kadar, bazı insanlar aydınlığı karanlığa tercih etse
de, toplumun büyük bir bölümü cahilliği arkasında bırakmaktadır. Bununla ilgili
olarak Romalı Filozof Syrus’ şöyle der:”Sadece cahiller eğitimi inkâr eder.”
Ne zamandır
aklımdaydı, özel kurumlarda çalışan öğretmenlerin sorunlarını dile getirmek. Samuel
Johnson’ın “Zorluklarla boğuşup onları yenmek insanlığın en büyük
mutluluğudur.” sözünden yola çıkarak kendi yaşadıklarımı ve çevremdeki öğretmenlerin
yaşadıklarını sizlerle paylaşmak istedim.
Özel okullar
yapısı itibariyle para karşılığında eğitim veren kurumlardır. Kanımca, eğitim
kalitesi devlet okulları ile karşılaştırıldığında daha ileridedir. Gerçi devlet
okulları da bir yandan okul aidatı, kayıt parası adı altında para toplamaktadır
ama, bu da ayrı bir tartışma konusudur. Özel okullar kendilerini, dernek çatısı
altında toplayarak, kendi lobi faaliyetlerini en iyi şekilde yapmaktadır. Oysa
özel eğitim ve öğretim kurumu öğretmenlerinin; ne bir derneği, ne de bir
sendikası vardır. Yani sahip çıkan kimsesi yoktur. Evet, eğitim sendikaları var
ama onlar daha çok kamu öğretmenlerinin sorunlarıyla ilgileniyorlar. Bu arada,
daha çok ‘atanamayan öğretmenler’ ve ‘sözleşmeli öğretmenler’ ile ilgileniyorlar.
Yıllardır
uygulanan yanlış politikalar ve stratejik yanlışlar yüzünden Ülkemiz’de çok
sayıda işsiz öğretmen fazlalığı oluşmuştur. Burada şunu sormak istiyorum: DPT
(Devlet Planlama Teşkilatı) ne iş yapar? Çok mu zordur yıllık öğretmen
ihtiyacımızın Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK ve DPT’nin koordinasyonunda
planlanması? Madem bu kadar öğretmene ihtiyaç yok, neden kontenjanları
azaltmıyorsunuz? Rekabet çoğaldıkça öğretmenliğin itibarı azalıyor. Bunu görmek
istemeyenlerin art niyetli olduklarını, yani öğretmeni itibarsızlaştırmak
istediğini sanıyorum. Bir meslekteki kazancın artması ancak, o alanda çalışan
insan sayısının dengelenmesi ile mümkündür. Ayrıca böyle bir ortam, özel eğitim
ve öğretim kurumlarının patronlarının işine gelmektedir. ‘Biri gider, diğeri
gelir’ mantığı ile hareket ettikleri için bu ortam onların ekmeğine yağ
sürmektedir.
Plansız,
programsız öğretmen yetiştirilmesi sonucu, spor salonu olmayan beden eğitimi
bölümleri, laboratuar görmemiş fen bilgisi öğretmenleri yetiştirilmektedir. YÖK’ün
de bazı kriterler getirerek, öğretmen kalitesini geliştirmeye yönelik çalışma
yapması gerekmektedir.
Özel eğitim ve
öğretim kurumu öğretmenlerinin sorunlarından, bence en büyüğü sözleşme
tarihleri ile ilgili olandır. Özel eğitim kurumları öğretmenlerini,
Mart-Nisan-Mayıs ayı içinde yaptığı sınavlarla alır. Ancak, ayıracağı, yani
sözleşmesini yenilemeyeceği öğretmenlerini, haziran ayının sonunda, öğretmene,
bildirir. Bütün özel kurumlar bu şekilde hareket ettiği için, haziran ayında
işten çıkarılan bir öğretmenin iş bulması mucizelere kalmıştır. İşsiz kalan
öğretmen ve bakmakla yükümlü olduğu aile bireylerinin yiyeceği ve içeceği cabası.
Zira bu dönemde bütün özel eğitim kurumları öğretmen alımlarını kapattığı için,
belki de bir sene beklemek zorunda kalmaktadırlar. Özel sektörde çalışan öğretmenlerin planlanmasını da devlet adına Millî Eğitim
Bakanlığı yapamaz mı? Yani prensiplerini koyamaz mı?
Bu haksızlığın giderilmesi için Milli Eğitim
Bakanı’mız Sayın Ömer DİNÇER’e bir önerim olacaktır. Bir çok spor dalında olan transfer
dönemleri gibi bir yapı kurulabilir. Aynı şekilde öğretmenlerin de atama
dönemleri olabilir. Bu tarihler ise birinci dönemin bitip ikinci dönemin
başladığı tarihe kadar ve temmuz ayı içinde yapılması önerilmektedir. Bu
sayede problemin çözülebileceği
düşüncesindeyim. Zorunlu haller (ölüm, askere gitme ve eş durumu vb.) için ise il
milli eğitim müdürlüklerinin onayı alınarak atamalar yapılabilmelidir.
Öğretmen
sözleşmeleri ile ilgili yapılan bazı yanlış uygulamalar vardır. Bunlardan bir
tanesi öğretmeni haziran ayında istifa ettirip, eylülde yeniden sözleşme
imzalattırılmasıdır. Bazı okullar bu sürede maaş ödemiyor veya maaşı ödüyor ama
sigorta ve vergileri Devlet’e ödemiyor. Yani vergi kaçırıyor. Yani Devlet’i
zarara uğratıyor. Söz vergiden açılmışken, çoğu özel kurum daha az vergi vermek
için vakıf şemsiyesine sığınmaktadır. Personel maaşlarında ‘vakıf ödeneği’ adı
altında bir ibare bulunmaktadır. Ana maaşı düşük gösterip; vergi ve sigortayı
en alt limitten yatırıp, aslında yine bir çeşit vergi kaçırmaktadırlar.
İş bununla da kalmıyor. Zar zor iş bulmuş öğretmene ‘ek ders ücreti vermem’
diyen yöneticiye hadi bakalım hayır de? Ek ders ücreti, ‘ders yılı başı eğitim
ödeneği’ veya fazla mesai gibi ödenekler verilmemektedir. Sayın Bakan’ım, bunun
düzeltilmesi çok mu zordur? Yine Sayın Bakan’a bu konuyla ilgili bir önerim
olacak: e-okul’da yaptığınız gibi bir sistemle; öğretmenlere ödenen maaş, ek
ders ücreti ve fazla mesai vb. gibi ödemelerin bu sistemde kayıtlı ve MEB
tarafından kontrol edilebilir olmasını sağlayın. Bunun yapılmasının önündeki
engel nedir? Maaşların hangi tarihte ne kadar ödendiğine dair bilginin Devlet’in
kayıtlarında olmasını sağlayın. Sizce bunda ne sakınca vardır? Böylece
kaçakların önüne geçmiş olursunuz.
Sözleşmelerle
ilgili olarak son bir şey daha eklemek istiyorum. Özel okul olsun dershane
olsun, bir öğretmenle sözleşme yenilemeyecekse, bu tutanaklı ve gerekçeli
olmalı. Yani, kamudaki gibi “evrensel hukuk kurallarına göre; savunması
alınmadan kimseye ceza verilemeyeceği” özel sektördeki öğretmen nasıl olur da
iki dudak arasındaki inisiyatife emanet edilir? Keyfi olarak bu sene sözleşmeni
yenilemeyeceğiz denmemeli. Sözleşmeyi sürekli bir giyotin gibi öğretmenlerin tepesinde gezdirilmesine
izin verilmemeli. Bu yüzden bir çok öğretmen mayıs ve haziran aylarında aşırı
strese maruz kalmaktadırlar.
Dershanelerde
ise öğretmenler köle gibi çalıştırılıp, stajyerliği kaldırılsın diye üste para
vermeye razı hale getirilmişlerdir.
Yaz geldiğinde
ise özel okullar daha fazla para kazanabilmek için yaz okulu yaparlar. Bu arada
öğretmenlerine çok cüzi paralar vererek yaz tatillerini gasp ederler. Bir
öğretmenin ben yaz okuluna gelmeyeceğim deme lüksü de yoktur. Kaldı ki,
öğretmenin de dinlenme ve eğlenme hakkı olduğu unutulmamalıdır. Oysa
yönetmeliğe göre öğretmenler 1 temmuz itibariyle yıllık izne ayrılırlar. Aynı
sektörün kamudakiler izinli de özel sektördekiler neden değil?
Ayrıca özel
okul ve dershanelerde belli bir yılı doldurmuş, tecrübeli öğretmenlerin bazı
prensiplere dayandırılarak (meselâ; sicil notlarına bakılarak), sınavsız olarak
devlet kadrosuna geçebilmeleri de sağlanmalıdır. Zira, kabul edilir ki, özel
kurumlarda herkes görev yapamaz. İstekler ve görev anlayışı daha güçtür. Bu
nedenle bu güçlüğe yıllarca, hem de daha az bir maaşla göğüs germiş
öğretmenlerin buna hakkı, ahlâken ve mantıken doğmamalı mı?
MEB İlköğretim
Kurumları Yönetmeliğinin 71. maddesine göre “…normal eğitim yapan okullarda gün
süresince … nöbet tutmaları sağlanır.” denilerek nöbet konusu açıklanmıştır.
Aslında öğretmenlerin nöbetlerinin gün
sayısı belli değildir. Ancak bazı okullarda haftada 2 veya 3 gün nöbet tutturulmaktadır.
Bu öğretmenin fiziken ve zihnen yıpranmasına ve performansının düşmesine sebep
olmaktadır. Bu maddelerin daha açık ve keyfiyete yer vermeyecek şekilde yeniden
düzenlenmesi gerekmektedir.
Bu sorunların
içinde; beni en çok yaralayan ise eğitimin ‘e’sinden anlamayan, ama her şeyi
para gören kimseler olmuştur. Hiç
unutmuyorum bir toplantıda, yönetici, öğretmenlere şöyle bir soru sormuştu:
“Sen kaç öğrenci kazandırdın bu kuruma?” . Ben de dahil herkes buna cevap
vermek zorunda bırakılmıştık. Daha sonra bir öğretmen arkadaşım şöyle bir cevap
vermişti (tabii ki yöneticiye değil) “Biz çoban değiliz ki sürümüzle gezelim.”
Bu lâf çok hoşuma gitmişti.
Yine aynı
yönetici, öğretmen ve velilerin
bulunduğu bir ortamda velilere dönerek “Bunları sizin için getirdik sağın
bunları” diyerek öğretmenleri “sağmal inek” gibi göstermiştir. Kendince espri
yapıyor olabilir ama gereğinden ağır olmuştur.
Şu anda
uygulanan sistem; öğrenciyi kaybetmektense, öğretmeni harcamayı tercih etmektedir.
Özel okul ve dershane öğretmenleri, bu sistemin içinde ezilmektedir. Ne
sorunlarını anlatabilecek bir makam, ne de kendilerini temsil edebilecek bir
yapı mevcut değildir. Yapılacak yeni düzenlemeler ve denetimlerle, bu
sorunların aşılacağına inanıyorum. Öğretmenliğin hak ettiği değeri kazanacağı
ve yeniden itibarlı bir meslek olacağı günlerin özlemi içimdeyim. “Eğitimin
yüce amacı bilgi değil eylemdir.” (Herbert Spencer). Olması dileğiyle tüm
meslektaşlarımın, öğretmenler gününü kutlarım.
cengo13@hotmail.com Cenk TUNÇ.
Ankara. 23 Kasım 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder