Tarihin ve Doğal Güzelliklerin Buluştuğu Yerleşim: NALLIHAN
Bugün sizlere günlük bir tur yaptığımız Ankara’nın Nallıhan ilçesiyle ilgili gezi yazımı paylaşmak istiyorum.
Nallıhan Ankara’ya yaklaşık 2 saat uzaklıkta, eski çağlarda ipek yolunun üzerinde bulunan ve dağlar arasında kalmış bir yerleşimdir.
Sırasıyla Hitit, Frig, Bitinya Krallığı, Pers, İskender, Roma, Bizans ve son olarak da Türklerin hüküm sürdüğü bir coğrafya olmuştur.
Nallıhan’ın ismiyle ilgili anlatılan bir hikayeye göre ünlü halk ozanı “Köroğlu” bir gün “Kocahan”’a gelir. Giderken atının nalını burada düşürür. Handakiler nalı alıp hanın kapısına asarlar ve buranın ismi Nallıhan olur.
Diğer bir rivayete göre ise ilçenin içinden geçen “Nallı Çayı”’ndan dolayı bu ismin verildiğidir.
Juliopolis nekropol (mezarlık) alanına gidecekken onu biraz geçip daha yukarıda ufak mağaraların olduğu harika bir bölgeye geldik.
Bölgeyi incelerken zeminde değerli taşların olduğunu fark ettim. Pembe quartz, kehribar ve jasper olduğunu düşündüğüm güzel taşlar bulduk.
Geri dönüp nekropol alanına giriş yaptık. Burada gördüklerimi anlatmadan önce bölge ile ilgili bilgi vermek faydalı olacaktır.
Frigler döneminde bölgenin adı “Gordiokome” olarak geçmektedir. Augustus döneminde şehri haydutluk yaparak zenginleşen “Kleon” isimli bir kişi yönetmektedir. Julius Caesar’a yaranabilmek için şehrin ismini “Juliopolis” olarak değiştirmiştir.
Juliopolis İpek Yolu üzerinde bulunmakla birlikte Hristiyanların Kudüs’e gittikleri “Hac Yolu” üzerinde de bulunmaktadır. O dönemde ticaretinde artmasıyla şehir önemli bir gelişme göstermiştir.
Ne yazık ki şu an yerleşim yerleri ve yeni döneme ait 4 köy baraj sularının altında kalmıştır. Belki ileride sualtı arkeolojisi sayesinde bir çok şey gün yüzüne çıkarılabilir.
Nekropol alanı tel örgülerle çevrilmiş ve kurtarma kazıları yapılmıştır. Çıkan eserler burada kurulacak bir müzede sergilenmek yerine Ankara’da Anadolu Medeniyetleri müzesinde sergilenmektedir.
Bazı mezarların etrafı ise dairesel şekilde taş döşenmişti. İçlerinde bir kaç mezar olanlar aile mezarı gibi duruyordu.
Tepenin yukarısına çıktığımızda manzaranın en güzel olduğu yerde 7-8 m derinlikte şehrin ileri gelenlerinden birilerine ait olduğunu düşündüğüm iki mezar dikkat çekiyordu.
Mezar kapaklarında ise farklılıklar vardı bir kısmı mermerden bir kısmı ise killi toprağın güneşte kurutulması ile yapılmış gibi gözüküyordu. İnsanın aklına zenginlerin mermer fakirlerin ise killi kapak kullandığı geliyor.
Juliopolis antik kentinden ayrılıp “Davutoğlan Kuş Cenneti”’ne geçiyoruz. Su seviyesi düşük olduğu için kuşları pek göremiyoruz. Kuşlar az kalan su birikintisinde hayat mücadelesi veriyorlar.
1994 yılında koruma altına alınıp milli park ilan edilmiştir. 190’dan fazla kuş türüne ev sahipliği yapmaktadır. Özellikle göçmen kuşlara konaklama imkanı sunmaktadır.
Küçük bir müzemsi yerde dondurulmuş hayvanlar sergilenmektedir. Kuşları daha iyi gözlemleyebilmek için yanınızda iyi bir dürbün getirmenizde fayda vardır.
Bu alanın karşısında “Kız Tepesi” adlı yer bulunmaktadır. İlginç şekil ve renkleriyle çok güzel bir görüntü sergiliyor.
Bu arada ben buraya 3-4 sene önce gelmiştim kuşlar yoldan geçen arabaların seslerinden rahatsız olmasın diye tünel yapıyorlardı ama ne yazık ki hala bitirememişler.
Buradan ayrılıp ana yoldan 8km içeride bulunan “Tabduk Emre” türbesini ziyaret etmek üzere Emrem Sultan köyüne doğru yola çıktık.Tabduk Emre Horasan’dan bu bölgeye gelmiş Türkmen ve Alevi-Bektaşi dervişidir. Halk ozanı Yunus Emre’nin hocasıdır. Rivayete göre Yunus Emre 40 yıl boyunca Tabduk Emre’ye dağdan odun keserek hizmet etmiştir.
Lafı geçmişken Yunus Emre’yi “Aşk” şiiriyle anmak isterim.
AŞK
Türbe bahçesinde Roma veya Bizans dönemine ait olabilecek sütun başlarının bulunması bu bölgede bu tür bir yerleşimin olabileceğini göstermektedir.
Nallıhan’a tepeden bakmak için ormanlık yoldan şehre hakim bir yere geldik.
Manzaraya karşı bir şeyler atıştırdıktan sonra “Kocahan”’a doğru aşağıya indik.
Hanın tarihi dokusunun bozulmuş olması insanı biraz hayal kırıklığına
uğratıyor.
Bu han vezir “Nasuh Paşa” tarafından 1500’lü yıllarda cami ve hamamla
birlikte yapılmıştır.
İlginç bir ayrıntıda hanın alt kısmı olmasına rağmen o bölüm restore edilip
ziyarete açılmamıştır.
Bu bölgede eskiden beri ipek üretimi yapılmaktadır. Üretilen ipekler
çeşitli kıyafetler ve iğne oyası için kullanılmaktadır. “Kağıt arası” denilen
pamuklu baş örtüsü kumaşlarının kenarlarını iğne oyası ile işliyorlardı.
İsmini yanlış hatırlamıyorsam orada dükkanı olan Hüseyin Bey bizi dükkanına
buyur etti ve 150-200 yıllık başörtülerini gösterdi. Bazı hediyeler verdi bizde
bir şeyler alarak oradan ayrıldık.
Yakınındaki Nasuh Paşa Camisini ziyaret ettik.
Caminin 1911 yılında yangın
geçirdiğini daha sonra Fransız bir mimar tarafından yeniden yapıldığını ancak pencereleri
kilise penceresi gibi yaparak kendi imzasını attığı söylenir. İçerisini
gezdiğimizde ahşap kısımların yeni yapıldığı taş kısımların ise ilk yapıldığı
gibi durduğu göze çarpıyordu.
Alparslan Türkeş parkında biraz turlayıp esnaftan bir şeyler aldıktan sonra
Ankara’ya dönüşe geçtik. (03.02.2021) Cenk TUNÇ
Diğer fotoğraflar için alt kısma devam edin.